AGARTHA
Agartha: Yeraltındaki Gizemli Dünya’nın Sırları
Tarih boyunca birçok medeniyette önemli bir yeri olan Agartha, Kayıp Dünya ya da İç Dünya teorisi; yer kabuğunun altında başka bir dünya daha olduğunu, buraya kutup noktalarındaki deliklerden ve yer altındaki tünellerden gidilebildiğini iddia eder. Eski Mısır’dan Hitler’e, Budizm’den uzaylılara kadar uzanan bu tuhaf teorinin tarihini ve gizemli noktalarını derledik.
Agartha ve Shamballa
Kayıp Dünya teorisini anlamak için Agartha ve Shamballa’yı bilmek gerekiyor. Efsaneye göre; çok eski zamanlarda uzaysal kökenli üstün bir ırk, Himalaya Dağları’nın altında yer alan sonsuz mağaralar ülkesine yerleştiler. Bu uzaylı ırkın insanları, daha sonra ikiye ayrıldılar. Agartha sağ el, iyilik, dürüstlük yolunu; Shamballa ise sol el, yani karanlık yolu simgeler. Agartha dünya toplumlarından uzak kalmayı tercih ederken, Shamballa dünyayı ele geçirmek ister. Budizm, bu efsaneyi kabul etmiştir.
Delikler ve Tüneller
Yeraltı ülkesinin giriş yolu Kuzey ve Güney Kutbu’nda olduğuna inanılan (ve uydu fotoğraflarıyla kanıtlanan) büyük deliklerdir. Ayrıca dünyanın birçok noktasında bulunan tüneller ile bu dünyaya ulaşılabilir. Tibet’in başkenti Lhasa’nın İç Dünya’ya bir tünel ile bağlandığını iddia edilir Bu tünelin girişi, sırrı saklamak için yemin eden Lamalar ya da Tapınak Şövalyeleri tarafından korunur. Benzer bir tünelin Giza’daki Büyük Piramit’in tabanındaki gizli odaları Agartha’ya bağladığına inanılır. Ülkemizde Nevşehir, Niğde, Göreme gibi bölgelerdeki mağaralar ve tüneller ağının bu teoriyi desteklediği düşünülmektedir.
Mitolojide Kayıp Dünya
Antik Yunan mitolojisinde Hyperborea olarak geçen bu ülke, Kuzey Trakya’da bulunan hayali bir bölgededir. Burada her şey mükemmeldir, günde 24 saat güneş parlar. Bu Güneş, bizim Güneş’imiz değil, Dünya’nın içindeki bir Güneş’tir.
İç Dünya’ya Mısır, Tibet, Yucatan, Bermuda Üçgeni, Rusya ve Afrika’dan girişler vardır.
Yerli Amerikalı insanlar arasında Navajo efsaneleri, insanın atalarının Dünya’nın altından geldiğini öğretir. Kadim insanların doğaüstü güçleri vardı, ama büyük bir tufan tarafından büyük mağaralardan dışarı sürüldüler. Yüzeye çıktıklarında, kendi büyük tapınaklarını bir kez daha aramadan önce, büyük bilgilerini insan ırkına aktardılar.
Pueblo Yerlilerinin mitolojisi de kendi tanrılarının kaynağını da iç dünyaya yerleştirir. İç Dünya Kuzey’deki bir delik ile yüzeydeki insanlara bağlanıyordu.
Çin, Mısır ve Eskimo yazıları Kuzey’deki büyük bir açıklıktan ve Dünya’nın kabuğunun altında yaşayan insan ırkından bahseder. Yazılar, onların atalarının Dünya’nın içindeki cennet topraklardan geldiğini söyler.
Budist gelenek Agartha’nın, binlerce yıl önce kutsal bir adam kabileyi yerin altında ortadan kaybettiğinde ilk kez kolonileştiğini ifade eder. Yeraltı krallığının şu andaki nüfusunun milyonlarca olduğuna inanılır ve insanların Dünya’nın yüzeyinde bulunan bilimlerden çok daha üstün bir bilime sahip olduğu inanılır, bunların arasında yeraltı tünellerinde muazzam hızlarla işleyen arabalar da var.
Azteklerin ve Tolteklerin büyük avatarı kadim Quetzalcoatl efsanelerinde, onun sekiz gün boyunca bir uçan dairede gözden kaybolduğu ve yeraltı dünyasını ziyaret ettiği anlatılır.
İslâm’da Kehf (yeraltı mağaralar şebekesi) inancı vardır. Kuran-ı Kerim’de Ye’cüc-Me’cüc, Tevrat ve İncil’de Gog, insana benzeyen yeraltı ırklarıdır. Özellikle Himalaya dağları altındaki geniş, çok büyük mağara-galerilerde yaşadıklarına inanılır.
Efsanenin Tek Tanığı Amiral Byrd
Binlerce yıllık Kayıp Dünya teorisini doğrulayan tek isim, 1947 yılında yaptığı Kuzey Kutbu seyahatinde burayı gördüğünü iddia eden Amiral Richard Byrd oldu. Yaşadıklarını da günlüğüne detaylı bir şekilde kaydetti.
Amiral Byrd 19 Şubat 1947 günü Kuzey Kutbu’na bir uçuş yapmak üzere bir telsizci ile birlikte görev aldı. 7000 metre yüksekliğe çıktığında her şey yolundaydı. Ancak karşılaştığı bir türbülans sonucunda 1000 metreye kadar inmeye karar verdi. Hemen altında dümdüz uzanan bir buz alanı vardı. İnanılmaz bir manzara ile karşılaşmıştı. Kar yağıyordu ve gökyüzü kırmızıdan mora kadar tüm renklere bürünmüştü. Kısa bir uçuştan sonra dağlık bir bölgeye geldi. Yarım saat kadar sıra dağlar üzerinde uçtu. 8900 metreye çıkmıştı. Ancak bu dağları tanımlayamıyordu, haritada yer almamışlardı. Sonra birden dağların arasında ve tam ortada akan nehri gördü. Buz ve kar olması gereken yerde yeşil ormanlar göze çarpıyordu.
Amiral Byrd 4000 metreye kadar indiğinde altında tamamen yeşil bir alan vardı. Işık farklıydı ve güneşi göremiyordu. Biraz daha aşağıda ise, garip hayvanlar gördü. İlk anda fil sandığı hayvanlara dikkat ettiğinde bunların inanılmaz bir şekilde mamut olduğunu fark etti. Gördüklerini üsle paylaşmak istediğinde ise çaresiz kaldı… Çünkü artık telsiz bağlantısı kuramıyordu. Dışarıdaki sıcaklık 23 dereceydi. Amiral daha ileride yer alan kent benzeri bir yere yaklaşıyordu. Uçak hafifledi, tüy gibi dalgalanarak uçuyordu. Uçak adeta bilinmeyen bir güç tarafından kontrol altına alınmıştı. Bu ağır uçuş sırasında Amiral karşıdan kendisine doğru yaklaşmakta olan bir başka uçan cismi gördü. Bu disk biçiminde parlak bir nesneydi. Ve uçan cismin üzerinde bir gamalı haç işareti vardı.
Telsizden kendisine hitap eden bir ses duydu. İsveç ya da Alman aksanıyla konuşan biri, İngilizce olarak şöyle diyordu: “Bölgemize hoş geldiniz Amiral. Sizi 7 dakika içinde indireceğiz. Güvenli ellerdesiniz, rahat olun.” Uçağın motorları durdu ve sanki garip bir gücün etkisi altındaymış gibi uçak kendi çevresinde dönüyordu. İniş başladığında Amiral kendisini görünmeyen dev bir asansörün içindeymiş gibi hissetti. Uçak şiddetle titriyordu. Kısa bir süre sonra hafifçe yere temas etti. Amiral büyük heyecan içinde kendisini karşılamaya gelen çok uzun boylu sarışın insanları gördü. Uzakta büyük parlak binaların olduğu kent vardı. Amiral ve yanındaki mürettebat, bu garip yerin ev sahipleri tarafından son derece kibar ve dostça tavırlarla karşılandılar.
Şehre girmek için önce tekerlekleri olmayan düz bir platforma çıktılar ve hızla parlak şehre doğru hareket ettiler. Binalar,sanki kristalden yapılmış gibiydi. Amiral gördüklerini ancak öncü mimari eserler ya da bilim kurgu filmleriyle kıyaslayabiliyordu. Kendilerine ikram edilen içecekleri bitirdikten sonra Amiral Byrd, iki hostes tarafından bir başka mekana götürüldü. Kısa bir yürüyüş ve yer altına inen asansör yolculuğundan sonra kendisini uzun bir koridorda buldu. Duvarların içinden gelen gül kurusu renkli ışık her yeri eşit derecede aydınlatıyordu. Bir kapının önünde durdular. Üzerinde anlayamadığı bir yazı olan kapı sessizce açıldı. Hosteslerden biri Amiral’e endişelenmemesini ve Üstad’ın huzuruna çıkacağını söyledi.
Amiral’in Günlüğünden Üstad’la Konuşması
“İçeri giriyorum, çarpıcı renkler görüyorum, oda büyüleyici ve çok etkileyici. Karşımda çok güzel bir insan var, gördüklerimi anlatamıyorum, bildiğim sözcükler buna yeterli değil. İnsan gibi ama çok daha ötesinde, huzur ve mutluluk yayıyor. Düşüncelerim kesiliyor, melodik ve sıcak bir sesle konuşuyor; “Yerimize hoş geldiniz Amiral”
“O, bir erkek, yüzünde çok uzun yılların izleri var, uzun bir masada oturuyor sonra kalkıp, bana oturmam için gösteriyor. Oturuyoruz, bana bakıp gülümsüyor ve yine o yumuşak ve melodik sesle konuşuyor; “Sizin buraya girmenize izin verdik çünkü siz dünyanın yüzeyinde tanınan asil birisiniz.” Dünyanın yüzeyi mi? diyor ve soluğumu tutuyorum. Gülümsüyor ve; “Evet, şu anda İç Dünya´nın Arianni bölgesindesiniz. Sizi görevinizden fazla alıkoymayacağım, güvenle yüzeye geri döneceksiniz. Ama şimdi Amiral, sizi neden buraya çağırdığımızı söyleyeceğim. Irkınızın Japonya´da Hiroshima ve Nagasaki´de patlattığı ilk atom bombalarıyla çok ilgiliyiz. Bu nedenle alarma geçtik ve uçan araçlarımızı yolladık, biz bunlara ´Flugelrad´ diyoruz. Sizi gözlüyorlar ve ırkınızın yüzeyde ne yaptığını araştırıyorlar. Bütün bunlar geçmişte kaldı Amiral ama biz devam etmek zorundayız. Irkınızın savaşlarına ve barbarlığına daha önce hiç karışmadık ama şimdi durum farklı. İnsanlık için uygun olmayan doğal bir gücü yani atomik enerjiyi öğrendiniz. Özel görevlilerimiz dünyanızdaki güçlere mesajlar veriyorlar ama henüz bir tepki vermediler. Şimdi sizi dünyamızın varlığını gören bir tanık olarak seçtik. Irkınızdan binlerce yıl daha eski olan kültürümüzü, bilimimizi göreceksiniz Amiral.”
“Sözünü kesiyor ve benimle ne yapacaklarını soruyorum. Üstad delici bakışlarıyla sanki düşüncelerimi okuyor ve bir zaman sonra cevap veriyor; “Irkınız şu anda dönüşü olmayan noktaya ulaştı. Aranızda ellerindeki gücü bırakmaktansa, dünyayı yok etmeyi göze alacak olanlar var.” Başımı sallıyorum ve devam ediyor; “1945´de ve sonrasında ırkınızla ilişki kurmaya çalıştık ama düşmanca davranıldı, Flugelrad´larımıza ateş açılıp, düşürüldüler. Savaş uçaklarınız, kötü amaçlarla düşmanca davranarak bizimkileri kovaladılar. Şimdi sana şunu söylüyorum oğlum; dünyanızda çok büyük bir kötülük fırtınası oluşmakta, kara bir öfke ve şiddet yıllardır hiç eksilmeden, artarak birikiyor. Silahlanmanızın bir anlamı yok, biliminizde güvenli bir yer yok. Kültürünüzde açan her çiçek, öfke ve hiddetle ezilip, yok ediliyor, tüm insan canlılar derin bir kaosun içine düştüler. Yaşadığınız son savaş daha sonra ırkınızın başına geleceklerin sadece bir başlangıcı. Biz burada her geçen saat durumu daha açık görüyoruz. Söylediklerimde bir yanlış var mı?” Hayır, bu eskiden de oldu, karanlık çağlar geldi ama beş yüz yıl önce sona erdi, diyorum. Üstad devam ediyor; “Evet, oğlum. Karanlık çağlar asıl şimdi ırkınızın üzerine geliyor, karanlık dünyayı bir örtü gibi örtecek ama inanıyorum ki ırkınızdan bazıları yaşamayı başaracaklar ama buna daha zaman var, fazlası söylenmemeli. Çok uzaklarda ırkınızın yıkıntıları arasından yeni bir dünya doğacak, kayıp efsanevi hazineleri arayacaklar ve oğlum bizim korumamızda güvenlikte olacaklar. Zamanı geldiğinde biz ırkınıza ve kültürünüze yardım edeceğiz, belki savaşın ve çekişmelerin boş yere olduğunu bir gün öğreneceksiniz, ancak bundan sonra ırkınız tekrar kültürü ve bilimi elde edebilecek. Şimdi oğlum, bu mesajla beraber yüzeye dönebilirsin.”
Amiral, dönüşte Pentagon’daki bir toplantıda bildiklerini anlattı. Söyledikleri kayda alınsa bile kendisine bildiklerini saklaması söylendi.
Kayıp Dünya Teorisinin Gelişimi ve Hitler
1818’de yüzlerce önemli insana bir mektup gitti.
“Bütün dünyaya: Yeryüzünün içi boş ve yaşanılır durumda olduğunu beyan ediyorum. İçice konulmuş bir çok katı küreden meydana gelip kutuplarda bir girişi vardır. Bu söylediklerimin gerçek olduğunu ispat etmeye hazırım. Dünya bana yardım ederse yeryüzünün içini keşfedeceğim.”
Cleves Symnes,
Eski piyade yüzbaşısı – Ohio.
Cleves Symnes belki de tüm yaşamını bu teoriyi kanıtlamaya adamıştı. Ona göre dünya iç içe geçmiş beş küreden meydana geliyordu. Yani beş ayrı dünya vardı. Bu dünyalarda yaşayanlar; hem tünelleri kullanarak diğer katlara geçebilirler, hem de kutuplarda yer alan çıkış kapılarını kullanarak iç dünyalardan dış dünyaya çıkabilirlerdi. Bu keşif o zamanlar kimsenin dikkatini çekmedi.
1870 yılında yine bir Amerikalı, Cyrus Read Teed aynı teoriden yola çıkarak bir örgüt kurdu, bir dergi yayımladı ve çevresinde kendisine inanan binlerce kişi toplamayı başardı. Aradan geçen zaman içinde, yeraltı dünyası görüşü sadece gizemciler ve gizli örgütler değil, politikacılar tarafından da benimsendi. Bunların başında da Adolf Hitler geliyordu.
Almanların dünya dışından gelen beyaz tenli, sarışın ve mavi gözlü üstün bir ırktan geldiğine inanılıyordu. Nazi Partisi’nin sembolü olan gamalı Haç (Svastika) da binlerce yıldır tüm dünyada Kayıp Dünya’yı anlatmak için kullanılan evrensel bir semboldür. Hitler döneminde birçok Nazi subayının Agartha’nın girişini bulmak üzere Tibet’i ziyaret ettiği de biliniyor. Bu anlamda Amiral Byrd’in Nazi Almanyası devri sona erdikten sadece iki yıl sonra yaşadığı bu tecrübe manidar.
Kayıp Dünya’nın Peşinde
Günümüzde yeraltı ülkelerine ulaşmak için çalışmalar yapılmaya devam ediyor. Mısır’da piramitlerin altındaki tünellerin uzun süredir araştırıldığı bilinmektedir. New York Central Park’ın altında ve Afganistan’da da yeni karmaşık tüneller bulunduğu söyleniyor.
Dünya’nın yapısı da tekrar ele alınıyor. Örneğin yapılan coğrafi deneylerde 10 km derinliğe ulaşıldığında sıcaklığın artması beklenirken, aniden ısının düştüğü gözlemlenmiştir. Bunun dışında 7 km’ den fazla derinde fosil mikro organizmalara rastlanmıştır ki bu, bugüne kadar Dünya’mızın yapısıyla ilgili olarak ortaya atılan bütün teorilere ters düşmekte.
Dünya’nın içindeki ısının kaynağı ya başka bir şey, ya da içi sanıldığı gibi çok sıcak değil. Kolombiya Üniversitesinden Paul G. Richards ve Xiao- dong Song adlı sismologların tespit ettiklerine göre, dünyanın içi, gezegenin geri kalan kısmından daha hızlı hareket ediyor. Araştırmalara göre, içteki katı çekirdek dıştaki sıvı dış kabuğun içinde dönebiliyor. Dünya’nın çekirdeği daha hızlı hareket edebildiğine göre, ya yer çekim gücü ile ortada bağımsız bir şekilde salınabiliyor ya da onu çevreleyen kütle ona basınç uygulayamıyor. Bu çekirdeğin İç Dünya teorisine göre, İç Güneş olabileceği düşünülüyor.
Ayrıca bugüne kadar geçerli olan, dünyanın kabuğunun 60 km. kalınlığında ve altında sıvı kaya tabakası mevcut olduğu teorisinin, yanlış olduğu ortaya çıkmıştır. California’lı ve Illinois’li Jeofizikçiler bir deprem analizi sırasında 400 km. derinlikte dünyanın kabuğunu oluşturan sert kaya tabakalarına rastladılar.
Kayıp Dünya ver mı bilinmez ama ortaya çıkan bilgi ve belgelerin bu büyük gizemi daha da artırdığı bir gerçek.
Alıntı