Kundalini
Firavunların taçlarında,
koruyuculuklarına inanılan yılan heykelcikleri ve kabartmaları bulunuyordu.
Resimdeki İskenderiye Ulusal Müzesindeki Devasa Akhenaten Heykeli gibi
Kadim Mısır kültüründe Khut kutsal yılanın adı idi.
Aynen Maya kültüründe olduğu gibi,
Kadim Mısır kültüründe de
yılan ile güneş Gök Tengri kavramının simgeleri olmuşlardır.
Hatta firavunlar da aynı simgeleri başları üzerinde taşımışlardır.
Firavun’un tacındaki yılanın kutsallığı,
Apep yani alt dünyanın BÜYÜK YILAN’ı
ve Amon tanrısının “Kadim Su”‘da bir yılan olarak telakkisi
Hz.Musa’nın asâsının yılana dönüşmesiyle bozulmuş oluyordu.
Bir zamanlar bir hastalık ve yokluk halinde insanları iyileştirmek için
kendini bir nāga’ya dönüştüren Buda ile ilişkilendirilen Yılanın
zehir üretip; bu zehirden ilaç yaptığına inanılıyordu.
Bu yüzden hemen hemen her uygarlıkta yılan zehrinin ve etinin ilaç olarak kullanıldığını görmek mümkündür.
İnsanlar yılanların deri değiştirmelerini de
“gençleşme” bu nedenle de “ölümsüzleşme” şeklinde yorumlamışlardır.*
Bazı efsanelerde yılan ısırığı veya yılan zehiri ölüm ve yaşam temsili anlatımlarında yer almakta.
Bu ikili sayesinde yılan yeraltı dünyasının bir sembolü olmuştur.
Budizm inancına göre insan bedeninde ; cehalet, şehvet, öfke ve kibirden oluşan dört ihtiras vardır, insana yaşamında kötülükler yaptıran da işte bu dört ihtirastır. (Demirci 2014: 543).
Bir önceki yaşamında bu dört ihtirasın esiri olan insan, bir sonraki hayatında karanlıklar dünyasında zehirli yılan bedeninde doğmuştur
Yılan zehiri gibi Kundalini de acı bir ilaç olarak nitelendirilir.
Bilinçdışınızın derinliklerindeki en ufak travmaları bile gün yüzüne çıkardığı belirtilen kuyruk sokumundaki Kundalininin yılankavi gücü insanın en güçlü potansiyeli olarak geçer.
Hermes in Kadüse adlı çift yılanlı asası veya Merkür ün kadusesindeki simetrik iki yılan gibi Budist Ezoterik ve tantrik öğretilerde bedeni iki akım halinde dolaşan ve yoğun bir arınma süreci olarak görülen Kundalini düalite temsili de olabilecek sembol olan Yılan ay ve güneşle , ölüm ve yaşamla ,
şifa ve zehirle , koruma ve yok etme ile ilgilidir.
Modern tıbbın sembolü olan Hermes’in asasına dolanmış iki yılan, kundalinin şifa veren yönünü temsil ederken; Aztek’lerin iki başlı yılan figürü
onun hem yapıcı, hem de yıkıcı bir enerji olduğunu vurgular.
“Kundalini ateşi Tanrı aşkının özüdür,” diyen Teosofi Cemiyeti’nin başkanı George Arundale 1938 yılında yazdığı, Kundalini – Bir Okült Deneyim başlıklı kitabında yine şöyle der: “Kundalini’si herhangi bir sebepten açığa çıkmış bir kişi her bakımdan yüksek basınç altındadır.
Aşırı derecede zinde ve canlıdır. Çeşitli organlarında yoğun enerji depolanmıştır ve bu yoğunluk kullanım tercihine göre değişir.
Eğer stresi kaldırabilecek yapıda ruhsal bir atlet değilse, kundalini talihsiz kişiyi acımasızca karanlıklara fırlatıp atan bir fırtınadır.”
Yine Shiva’nın bir yılanın zehiriyle renginin mor olduğunu anımsayalım.
Şakti (potansiyel bilinçaltı enerji ve anılar) ile Shiva’nın (saf bilinç) birleşmesi anlamına gelen ve İnsanın içindeki ateşi sembolize eden Kundalini
kaynağını Tantra Yoga’dan alan bir öğreti ile herkeste var olan ve çok az insanda açığa çıkmış olan kozmik enerjiyi, varoluş gücünü uyandırıp bedenleşmesini amaçlar.
Bu enerji uyanıp harekete geçtiğinde ateşe dönüşür ve spiral şeklinde yükselerek taç çakrasına ulaştığında saf bilinci, eril prensibi temsil eden, Shiva’yla bütünleşir
Tantracıların Kundalini dediği bu tanrısal yaşam enerjisi, Sümerlilerin, Çinlilerin, Eski İrlandalıların, Aztek ve Yunanlıların da içinde bulunduğu pek çok dünya kültüründe yılan gücü olarak temsil edilmiştir.
Kundalini Yoga’da da amaç simgesel olan yılanı, Kundalini Enerjisini, uyandırıp yaşam ağacı olan gövdeden yukarı doğru çıkarmaktadır.
“Dünyadaki birçok mitolojide yılan tanrıçalarla özdeş olarak ele alınmaktadır (Ersevim: 2013)”
Dünyadaki pek çok gizemci gelenekte -Mısır’daki kadim ve hala süregelen ezoterik Tanrıça Sekhmet, Yunanistan’daki Tanrıça Hera, Hawaii’deki Tanrıça Kapo ve Hindistan’daki Tanrıça Kali okullarında- Kundalini / Tantra öğretisine benzeyen bir çok yön bulunmaktadır.
Yine beynin en eski kısmı olarak da bilenen beyin sapı aynı zamanda sürüngen beynini andırdığı için sürüngen beyni (Reptilian Brain) ya da diğer adı ile R kompleks olarak da anılmaktadır.
Sindirim, üreme, dolaşım, solunum ve gerilim yaratan durumlarla başa çıkabilmek için savaşmayı ya da kaçmayı seçme merkezlerini içerir. Otomatik olmaları, gelenekselleşmiş davranışlara sahip olması ve değişime karşı çok dirençli olması Sürüngen Beyin dediğimiz bu beyin kısmının özelliğidir.
Bazı bilim insanları ,insanın sahip olma, hiyerarşi, diğerlerinden iyi, güzel ve üstün olma kompleksini bu ilksel korkular neticesi sonucu olduğunu söylerken, büyük düşünür Carl Sagan, insanoğlunun asıl barbarlığını da bu sürüngen Kompleks’e bağlıyor.
Carl Sagan’a göre insanların beyninin altında yer alan bu „beyin sapı”, sürüngen dönemden genetik izler taşıyor. Buna karşılık insanların Neo-Cortex denilen gelişmiş beyin yapısındaki bilgi ve kültür ile o beyin sapındaki ilkel sürüngen içgüdülerini, hiyerarşi, sahip olma vs. aşma çabası vardır. Demek ki „Etki ve Tepki” nin nedenleri sadece dışarda değil beynimizin içindedir de diyebiliriz.
İnsanın insan olma mücadelesini ilk etapta kendisinin degistirmesi gerektiğini bu bağlamda da anlamak mümkündür. Yani o Tasavvuf’taki bilindik „nefsi yenme, benlikten kurtulma” kavramı gibi…
***Herkes “yeni” bir toplum için bir sürüngen (R-Complex) ya da “insan olma” (Neo-Cortex) arasında tercih yapmak zorundadır…
Alıntı.